Seleme b. Kuheyl rahimehullah’tan;
عَنْ عَلْقَمَةَ وَمَسْرُوقٍ أَنَّهُمَا
سَأَلَا ابْنَ مَسْعُودٍ عَنِ الرِّشْوَةِ فَقَالَ مِنَ السُّحْتِ قَالَ فَقَالَا
أَفِي الْحُكْمِ؟ قَالَ ذَاكَ الْكُفْرُ ثُمَّ تَلَا هَذِهِ الْآيَةَ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ
بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
“Alkame ve Mesruk rahimehumallah İbn Mes’ud radıyallahu anh’e
rüşvet hakkında sordular. O da; “Suht’tandır” dedi. Dediler ki; “Hüküm hakkında
mı?” İbn Mes’ud radıyallahu anh dedi ki;
“O küfürdür.” Sonra şu ayeti okudu; “Allah’ın indirdiği
ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir.” (Maide 44)”
Ebu’d-Duha rahimehullah, Mesruk yoluyla aynısını rivayet
etti.
Salim b. Ebi’l-Ca’d rahimehullah’tan; “Mesruk rahimehullah
dedi ki;
سَأَلْتُ ابْنَ مَسْعُودٍ عَنِ السُّحْت
أَهُوَ الرِّشوة فِي الْحُكْمِ؟ قَالَ لَا وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ
اللَّهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
وَالظَّالِمُونَ وَالْفَاسِقُونَ وَلَكِنَّ
السُّحْت أَنْ يَسْتَعِينَكَ رَجُلٌ عَلَى مَظْلَمَةٍ فَيُهْدِيَ لَكَ
فَتَقْبَلَهُ فَذَلِكَ السُّحت
“İbn Mes’ud radıyallahu anh’e; “Suht hükümde rüşvet midir?”
diye sordum. Dedi ki;
“Hayır, Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar
kâfirlerdir, zalimlerdir ve fasıklardır. Lakin suht, zulme uğramış bir kimseye
yardım etmene karşılık onun sana hediye vermesi ve senin de bunu kabul etmendir.
İşte suht budur.”
Ebu’l-Ahvas rahimehullah’tan; “İbn Mes’ud radıyallahu anh
dedi ki:
الرِّشْوَةُ فِي الْحُكْمِ كُفْرٌ وَهِيَ
بَيْنَ النَّاسِ سُحْتٌ
“Hükümde rüşvet bir küfürdür. Bu insanlar arasındaki
suhttur.”
Zirr b. Hubeyş rahimehullah’tan; Abdullah b. Mes’ud radıyallahu
anh dedi ki;
السُّحْتُ الرِّشْوَةُ فِي الدِّينِ
“Suht, dinde rüşvet almaktır.”
İbn Mes’ud radıyallahu anh, ilk rivayette hükümde rüşvet
yani haramı helal kılma veya helali haram kılma konusunda rüşvet almak
suretiyle Allah’ın hükmünü değiştirerek hükümde bulunmanın (tebdilin) küfür
olduğunu marifeli olarak “zâke’l-küfr” diye ifade etmiştir. Bunu marifeli
olarak belirtmesi büyük küfrü kastettiğini gösterir.
İbn Mes’ud radıyallahu anh’den namazın terkinin hükmü
hakkında da şöyle rivayet edilmiştir:
El-Kasım b. Abdirrahman ve el-Hasen b. Sa’d dediler ki:
عَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ أَنَّهُ قِيلَ لَهُ
إِنَّ اللَّهَ جلّ وعزّ يُكْثِرُ ذِكْرَ الصَّلَاةِ فِي الْقُرْآنِ الَّذِينَ هُمْ
عَنْ صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ وَ عَلَى صَلَاتِهِمْ دَائِمُونَ وَ عَلَى صَلَاتِهِمْ
يُحَافِظُونَ فَقَالَ ابْنُ مَسْعُودٍ عَلَى مَوَاقِيتِهَا قَالُوا مَا كُنَّا
نَرَى ذَلِكَ إِلَّا عَلَى التَّرْكِ قَالَ ذَاكَ الْكُفْرُ
“İbn Mes’ud radıyallahu anh’e denildi ki; “Allah Azze ve
Celle Kur’ân’da namazı çokça zikretmiştir. “Onlar namazlarından gafildirler”
(Maun 5) “Namazlarında devamlıdırlar” (Mearic 23) “Namazlarını
muhafaza ederler” (En’am 92) İbn Mes’ud radıyallahu anh dedi ki:
“Yani vakitlerini muhafaza ederler.” Dediler ki; “Biz bunun
ancak namazı terk etmek hakkında olduğunu görüyoruz.” İbn Mes’ud radıyallahu
anh dedi ki;
“O (namazın terki) küfürdür.”
Bu rivayette de “zâke’l-kufr” ifadesini kullanmıştır.
Küfr kelimesi elif lamlı olarak el-Kufr şeklinde geldiği
zaman, bununla küçük küfrün kastedildiğine dair bir delil veya karine
bulunmadıkça bunda aslolan büyük küfrün kastedilmesidir.
Bu yüzden İbn Teymiyye rahimehullah, İbn Mes’ud radıyallahu
anh’ın namaz hakkındaki sözünü büyük küfrü kastettiğine yorumlamış ve şöyle
demiştir:
“İbn Mesúd radıyallahu anh ve başkalarının sözünde de böyledir.
Bununla beraber namazın vaktini geçirmek küfür değildir. Ancak namazı tamamen
terk etmenin küfür olduğunu açıklamışlardır. Bu da ancak dinden çıkaran küfür
hakkında söz konusu olur.”
İbn Mes’ud radıyallahu anh’ın hükümlerde zulmetmek
konusundaki sözünün zahiri de bunu göstermektedir. Bu da rüşvet verilmesi
sebebiyle Allah’ın hükmünü gizlemek, sonra da başka bir yalan hükmü Allah’a
nispet etmektir. Nitekim delil getirdiği ayetin akışı da buna delalet eder:
وَلَا تَشْتَرُوا بِآيَاتِي ثَمَنًا
قَلِيلًا وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُولَئِكَ هُمُ
الْكَافِرُونَ
“Ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın! Kim Allah’ın
indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerdir.” (Maide 44)
Ebu Bekr el-Cessâs rahimehullah şöyle demiştir; “Hükümlerde
rüşvet almanın haramlığı da bunlardandır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur; “Ayetlerimi
az bir bedel karşılığında satmayın!” (Maide 44) Yine; “Kim Allah’ın
indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar kâfirlerdir” (Maide 44) buyurmuştur.
İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki;
هُوَ فِي الْجَاحِدِ لِحُكْمِ اللَّهِ
“Bu Allah’ın hükmünü inkâr eden hakkındadır.”
Yine bunun Yahudiler hakkında özel olduğu söylendi. İbn Mes’ud, el-Hasen ve
İbrahim (en-Nehaî) dediler ki: “Bu geneldir.” Yani Allah’ın indirdiği ile
hükmetmeyip, başka bir hükmün Allah’ın hükmü olduğunu belirterek hükmetmek
hakkında geneldir. Kim böyle yaparsa kâfir olur.”
İbnu’l-Arabî rahimehullah dedi ki: “Allah Teâlâ’nın: “Kim
Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerdir” (Maide 44) ayeti
hakkında Tavus ve başkaları dediler ki:
لَيْسَ بِكُفْرٍ يُنْقَلُ عَنِ الْمِلَّةِ
وَلَكِنَّهُ كُفْرٌ دُونَ كُفْرٍ
“Dinden çıkaran küfür değildir. Lakin küfrün altında bir
küfürdür.”
Bunda farklı durumlar vardır. Eğer kendisinden olan hükmü Allah’ın katından diyerek
hükmederse bu tebdildir (dinde değiştirmedir) ve (büyük) küfrü gerektirir. Eğer
heva ve masiyet olarak bununla hükmederse o bir günahtır. Ehl-i Sünnet’in
günahkârların bağışlanması hakkındaki esasına göre bu bağışlanabilir.”
İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Kişi, haram
oluşunda icma bulunan bir şeyi helal saydığı veya helal oluşunda icma bulunan
bir şeyi haram saydığı zaman yahut dinden oluşunda icma bulunan bir kuralı değiştirdiği
zaman bütün fakihlerin ittifakıyla mürted bir kâfir olur. İki görüşten birine
göre Allah Teâlâ’nın şu ayeti böylesi bir durum hakkında indirilmiştir; “Kim
Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar kâfirlerdir” (Maide 44) Yani
bu Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmeyi helal sayan hakkındadır…
Üçüncüsü, değiştirilmiş din kuralı, Allah ve rasulü sallallahu aleyhi ve
sellem adına yalan söylemek, insanlara bâtıl şahitlikte bulunmak ve benzerleri gibi
apaçık zulümdür. Kim bu (değiştirilmiş hükmün) Allah’ın dininden olduğunu
söylerse tartışmasız olarak kâfir olur. Mesela; “Kan ve leş helaldir” diyen
kimse gibi. Şayet “Benim mezhebim (görüşüm) budur” derse dahi durum aynıdır.”
Bu açıklamalar ortaya koymaktadır ki, İbn Abbas radıyallahu
anhuma’nın Maide 44. Ayetinin tefsiri hakkında söylediği “Küçük küfür” veya “küfrün
altında bir küfür” sözü ile İbn Mes’ud radıyallahu anh’ın aynı ayet hakkında söylediği
şey birbirine zıt sözler değildir.
Bilakis İbn Abbas radıyallahu anhuma, Allah’ın indirdiği
hükmü inkâr etmediği halde onunla hükmetmeyenin küfrünün dinden çıkarmayan
küçük küfür, yani büyük günah olduğunu ifade etmektedir.
İbn Mes’ud radıyallahu anh’ın sözü ise dünyalık menfaatler
karşılığında Allah’ın dinini satan, Allah’ın hükmünü değiştirerek uydurulmuş
hükmü Allah’a ve dinine nispet eden, yani Allah’ın dininde tebdilde bulunanın
küfrünün büyük küfür olduğu hakkındadır.
Böylece Huzeyfe radıyallahu anh’ın Maide 44. Ayetinin kitap
ehlini de, bu ümmeti de kapsadığını ifade etmesi de aynı şeyi ifade eder. Yani
bu ümmetten birileri de Yahudilerin yaptıkları gibi Allah’ın dininde tebdilde
bulunmaya kalkarsa elbette kâfir olur.
Nitekim plandemi senaryosunda binlerce müslüman ok gibi
Allah’ın dininden irtidat etmişler, alimleri dünyalık menfaatler için üzerinde
kitap, mütevatir sünnet ve icma bulunan apaçık dini hükümleri, cemaatle namaz
farzını, haccı, safların birleştirilmesi farzını vb. gizlemişler, kendi uydurdukları
hükümleri Allah’ın dinine nispet ederek cemaate gelmemenin, safları ayırmanın, hacca
gitmemenin, maske takmanın farz olduğu hükmünü uydurarak Allah’ın dinine nispet
etmişler, alimlerini rab edinen avam da onları Allah’a ortak koşarak açıkça
müşrik olmuşlardır.
Nitekim “Dinlerini Satarak Kâfir Olan Topluluklar” adlı risalemde
tahkik ettiğim üzere mütevatir olarak gelen rivayetlerde Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem ahir zamanda ümmetinden birçok kimselerin dinlerini dünyalık
menfaatler karşılığında satarak kâfir olacağını haber vermiş, bunun sonrasında
imanları olmayan bir topluluğun namaz kılacaklarını, mescidlerde toplanıp Kur’ân
okuyacaklarını bildirmiştir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in haber verdiği gibi,
Korona komplosu esnasında girmiş oldukları küfürlerden tevbe etmeyen, aslında
Allah’a ve rasulüne iman etmemiş olan topluluklar, plandemi sonrasında namaz
kılmakta, Kur’ân okumaktadırlar.
Kays b. es-Seken rahimehullah’tan: “Huzeyfe radıyallahu anh şöyle dedi:
يَأْتِي عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ لَوْ رَمَيْتَ
بِسَهْمٍ يَوْمَ الْجُمُعَةِ لَمْ يُصِبْ إِلَّا كَافِرًا أَوْ مُنَافِقًا
“İnsanlar üzerine bir zaman gelecek, şayet Cuma günü bir ok atsan, ancak
bir kâfire veya münafığa isabet edecektir.”[14]