Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

31 Ocak 2013 Perşembe

Fıkıh Usulü Hakkındaki Bir İftiraya Cevap



Bazı kardeşlerimiz, selefin menhecine muhalefet eden iki muasırın arasında geçen bir konuşma kaydının internette yayınlandığını ve bu konuşmada benim ismimin geçtiğini bildirdiler ve konuyla ilgili bir cevap vermemi talep ettiler.

Bahsi geçen konuşmayı dinledim. Konuşmanın bir yerinde “On dört asırdır kelamcılardan alınan fıkıh usulü üzerinde ittifak edilmiş, tek ebu muaz buna karşı çıkarak bir fıkıh usulü yazmıştır” ya da bu manada bir söz söylenmiştir.

Bu iddia birçok yönden yanlışlar içermektedir:

1- Bu sözün sahibi de itiraf edecektir ki, kelamcıların ortaya koydukları fıkıh usulü, ne sahabe asrında ne tabiin asrında, ne tebeu’t-tabiin ve ne de ilk müçtehit imamlar zamanında yoktu. O halde sözün sahibinin beni sanki on dört asırlık bir icmaya muhalefet etmiş gibi lanse etmesini; şayet sözün sahibi buradaki hatalı ifadeyi itiraf etmezse bunda bir kasıt olduğunu düşünür ve hem bana, hem de hadis ehli menhecinden ayrılmayan imamlara iftira olarak kabul ederim. Bunun vebalini yüklenmek de kendisine yeter, üstüne bir şey söylemeye ihtiyaç duymam.

2- Birinci maddede anlattığım husus malum ve kabul edilen bir durum olduğuna göre, hiç kimsenin üstünlüğüne şahitlik edilmiş olan ilk üç asırdan sonra kelamcılar tarafından ortaya konulmuş usul kaidelerini ümmete bağlayıcı kılmaya hakkı yoktur.

3- Sözün sahibi, Altın Kaideler adlı kitabımı kastetmektedir. Bu kitabımı internette web sayfamda pdf formatında yayınlamaktayım ve herkesin mütalaasına açıktır. Bu kitabı okuyanlar açıkça göreceklerdir ki, zikrettiğim bütün kaideler ya vahyin naslarından ve sahabenin menhecinden istinbat edilmiş, yahut ehl-i hadis alimleri tarafından Kur’an ve sünnete arz edilerek ikrar edilmiş kaidelerdir. Her kaide için de, nereden aldığımı belirterek kaynağını zikretmiş bulunuyorum. Bu da gösteriyor ki, kitapta zikrettiğim hiçbir kaideyi – haşa – kendim uydurmadım, benden önceki hadis ehlinden naklettim. Dolayısıyla Allaha hamd olsun, on dört asırlık hiçbir icmaya muhalefetim söz konusu değildir. Bilakis bu çalışmamda delile değil de zanna uyan çoğunluğun muhalefetine itibar etmeksizin, İslam tarihinin taklit, cehalet ve vahye muhalefet karanlığına gömüldüğü dönemlerinde, her asırda gelen müceddidlerin vahye ittibayı ihya ve dinin tagyir edilmiş değerlerini ıslah için  mücadelede tuttukları yolu esas aldım.

4- Bu konuda kelamcıların metoduna muhalif olarak fıkıh usulü eserini ilk olarak da ben koymadım. Lakin hadis ehlinin tarzı ile mezhepçi fakihlerin tarzı aynı olmadığı için İmam Şafii’nin er-Risale’si, Hatib el-Bağdadi’nin el-Fakih ve’l-Mutefekkih’i, İbn Abdilberr’in Camiu Beyani’l-İlm’i, İbn Hazm’ın el-İhkam’ı vd. eserler, konuya kelamcılardan devraldıkları gözlük çerçevesinin dışından bakamayanlar için fıkıh usulü adına bir şey ifade etmeyebilir. Hatta Buhari ve diğer muhaddislerin hadis kitaplarında koydukları bab başlıklarını ve akide ile ameli meseleleri birbirinden ayrı görmeyen selefin Usulu İtikadi Ehli’s-Sunne, el-İbane, Sarihu’s-Sunne, Zemmu’l-Kelam, Savnu’l-Mantık gibi akide kitabı olmakla daha fazla meşhur olan kitaplarını dahi bu konuda değerlendirmeyebilirler. Bunun neticesi olarak da muteahhirinden; yemen müceddidleri San’ani ve Şevkani’nin, hicaz müceddidi Muhammed b. Abdilvehhab’ın, muhaddislerin edibi Şankıti’nin, Mağrib diyarının müceddidi Takıyuddin Hilali’nin, hind-pakistan bölgesi müceddidlerinden Sıddık Hasen’in, Mubarekfuri ve Bediuddin Şah, Sindi’nin, yemen diyarının muhaddisi Şeyh Mukbil’in ve şam diyarının muhaddisi el-Elbani’nin – Allah hepsine rahmet etsin - fıkıh usulüne dair söz ve eserlerini, kabuk bağlamış zihniyetlerine muhalif gördüklerinden, “şaz görüşler” olarak değerlendirebilir, İbn Useymin ve İbn Baz – rahimehumallah – gibi, büyük hamleleri olmasına rağmen, içinde bulundukları olumsuz şartların tam anlamıyla dışına çıkamamış alimleri de kendileriyle aynı çerçeve içinde görebilirler.

5-  Biz hadis ehli olarak, kelamcı ve felsefecilerin çizdiği sınırlarda gezinen “şaz” tanımının üzerine sifon çekeriz. Bizim, içine batıl karışmamış olan asrı saadet döneminden bildiğimiz şazlık; çoğunluğa değil, delile muhalefettir. Batıl içinde debelenenlerin şazlık tarifinde ölçüsü ise; delile muvafık olsun ya da muhalif olsun, aldırmaksızın; cumhura muhalefettir. Tıpkı demokratik sistemlerde olduğu gibi! Zira demokrasilerde de halkın çoğunluğunun görüşü esas alınır ve buna aykırı olanlar muhalif – şaz kabul edilir. Böyle bir tanımı Kur’an, sünnet ve sahabenin menheci reddeder.

Kitaptan delili: Allah Azze ve Celle: “Yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah’ın yolundan saptırırlar” (En’am 116)  Bu manada daha birçok ayet vardır, malum ve meşhurdur.

Sünnetten delili: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in Mekkeli cumhura muhalefet etmekle ortaya koyduğu sünnet bizim için din olmuştur.

Sahabe menhecinden delili: Ebu Hureyre radıyallahu anh ve diğer sahabelerin, başkalarının işitmediği ve bilmediği hadisleri rivayet etmeye devam etmeleri, bu konuda boğazlarına kılıç dayansa bile bundan vazgeçmeyeceklerini söylemeleri, İbn Abbas radıyallahu anhuma'nın Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhuma'nın uygulamasının aksine hadisle amel etmesi, İbn Mesud radıyallahu anh’ın: “Tek başına bile olsan, Kur’an ve sünnete uyduğun sürece cemaat sensin, hak seninledir” demesidir. Bunların tahricini adı geçen Altın Kaideler Şerhi çalışmamda görebilirsiniz.

6- Minare çalmak bizim işimiz olmadığı için ona kılıf uydurmaya çalışmakla da uğraşacak değiliz. Dolayısıyla “Bütün fıkıh usulü kitapları ya kelamcıların yazdıkları kitaplardır ya da onlardan faydalanılarak derlenmiş kitaplardır” sözü, biz hadis ehli selefileri işkale sokmaz. Bunun altında ezilecek olan olsa olsa mezhepçilik pisliği içinde yüzen, batıl kıyası savunan ve “selefiyiz” diye halkı aldatan sahtekarlardır. Çünkü bizim selefte gördüğümüz; akide ile fıkhı birbirinden ayırmadıklarıdır. Onlar fıkhı ve ameli meseleleri akide ve imanın dışında görmedikleri için fıkıh usulü diye ayrı bir branş oluşturmamışlardır. Bu yüzden selefte ve hakiki selefilerde “Fıkıh usulü kitabı” adıyla bir kitap aramak, zihinlere çöreklenmiş kötü alışkanlıkların eseridir. Allahın hakka hidayet ettiği kimseler için bütün faydalı ilimler Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerindedir. Hadislerden bağımsız ne bir tefsir, ne akide, ne fıkıh ve ne de edep ilimleri edinmek mümkündür. Geçmişte kelamcıların bir çoğuna bu hakikati görmek nasip edilmiş ve onlar geçmişlerine kalem çekerek hadise yönelmişlerdir. Ancak görünen o ki, hâlâ çöplüklerde gezenler sahiplerinin üzerine kalem çektiği müsveddeleri tecrübe etmek istiyorlar!

7- Bahsi geçen iki konuşmacı aslen, cehaletin özür sayılıp sayılmaması meselesinde bir zemin üzerinde buluşma çabasıyla fıkıh usulü konusu üzerinde münazara yapmaktadırlar. Benim bid’at ehliyle münazaraya dahil olma gibi bir niyetim yoktur. Zira Selefin menhecinde bu metod kınanmıştır. Lakin hakkı arzu edenler için şu tavsiyeyi yapabilirim: Din, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem hayatta iken tamamlandı ve bütün asırlarda ihtiyaç olan herşeyi kapsayacak şekilde kamil olduğu bildirildi. Ne arıyorsak, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatında olanlarda bulmaya çalışmak gerekir. Bunu yaptığımız takdirde ortak zemin oluşur. Bunun dışındaki her zeminden bizler uzağız.

Ebu Muaz el-Çubukabadî

Haremlik Selamlığı Emreden Ayet

Kadınlarla erkeklerin bina içinde birbirlerini görmelerini engelleyen bir perde veya duvar arkasına geçmelerini emreden Hicab (Ahzab 53) ayeti hakkında sahih olarak gelenler

30 Ocak 2013 Çarşamba

Kadınlarla Erkeklerin Karışık Olduğu Seminer ve Derslere Katılmak Caiz Değildir


Video ve Kamera Karşısına Çıkan Bidatçi Şeyhlerin Büyük Cürmü

Şeyh Abdulkerim el-Hudayr’a şöyle soruldu
Soru: Akıl sahiplerinin zehirden daha tehlikeli saydığı uydu kanallarına davetçi ve vaizlerin çıkmaları hakkında görüşünüz nedir?
Cevap: O kimselerin bu kanallara çıkışı şüphesiz ki insanların genelini aldatır. Bu halkı aldatmaktır. İnsanların aldatılmasının manası nedir peki? İnsanlar diyorlar ki: “Şayet bu kanallarda kötülük olsaydı falan şeyh çıkmazdı.” Böylece falan şeyhin bu kanallara çıkması, bu aletleri edinmeyi caiz saymaya delil edinilmektedir. Nitekim birisi şöyle diyor: “Ben bu aleti falana uyarak aldım.” Yine bu da bir aldatmadır. Kanallara çıkan bu kimseler ancak hayır işlediklerini zannediyorlar. Onlar kötülükle mücadeleyi ve kötülüğü azaltmayı, bu kanallar vesilesiyle hayrı yaymayı amaçlıyorlar. Lakin deriz ki: Kötülüğün kaldırılması, iyiliklerin getirilmesinden önceliklidir. Bana göre, şayet bu işte tasvir (suret, video) dışında başka bir kötülük olmasa dahi bu yeter. Yani bu kanallarda suret dışında yüzde yüz kötülükten salim olsa da, buna katılmak caiz değildir.
Bu soruda yine: “Gençler arasında çokça yaygınlaşan video çekimlerinin hükmü nedir?” sorusu gelir.
Cevap: suret; sabit veya hareketli, aletle çekilmiş veya elle çizilmiş, gölgeli veya gölgesiz bütün şekilleriyle, suretleri haram kılan nasların ve konuda gelen şiddetli tehditlerin kapsamındadır.
Şeyh Abdulkerim el-Hudayr

26 Ocak 2013 Cumartesi

Tek Başına Namaz Kılanın Ezan ve Kamet Okuması


 

Şeyh el-Elbani rahimehullah Semeru’l-Mustetab’da (1/203) şöyle demiştir: “İbn Hazm rahimehullah (3/125) dedi ki: “Yalnız başına namaz kılanın ezan ve kamet okuması gerekmez. Ezan ve kamet okursa daha güzeldir. Çünkü ezan ve kameti farz kılan nas iki ve daha fazla kişi için gelmiştir.”

Pantolon İle Namaz Kılınır mı?

Şeyh el-Elbani rahimehullah şöyle demiştir: “Pantolon avreti belli eder. Erkeğin avreti dizi ile göbeği arasıdır. Namaz kılan kimsenin, Allaha isyandan olabildiğince uzak olması gerekir. O secde ettiğinde kalçası belli olur. hatta iki avret bölgesi belli olur. Bu insan alemlerin rabbinin huzurunda nasıl bu şekilde durarak namaz kılabilir?
Ama pantolon dar olmayıp genişse (şalvarı kastediyor), onun içinde kıldığı namaz sahihtir. En faziletlisi üzerinde dizi ile göbeği örten bir kamis bulunmasıdır. Bu dizin yarısına veya topuklara kadar inebilir. Zira bu tesettür bakımından en kamilidir.”

Cemaatlerin Emir Tayin Edip Ona Biat Etmeleri Caiz midir?

El-Elbani rahimehullah es-Sahiha’da (2/677) şöyle demiştir: “İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: 
Kim taatten el çekerse kıyamet gününde Allahın huzuruna hücceti olmaksızın çıkar ve boynunda biat olmadan ölen cahiliye üzere ölür.”
Bil ki bu hadiste zikredilen tehdit ancak müslümanların halifesine biat etmeyen ve bu biatten ayrılan kimse hakkındadır. Bazılarının zannettikleri gibi; fırka, grup ve liderlere biat edenler hakkında değildir. Bilakis bu Kur’an-ı Kerimde yasaklanan fırkalaşmadır.”

Bilinen Selam Lafzından Başkasıyla Gayri Müslime Selam Vermek Caiz midir?


 

Şeyh el-Elbani es-Sahiha’da (2/321) şöyle demiştir: “Allahu a’lem bu caizdir. Çünkü hadiste zikredilen yasak selam hakkındadır. Alkame’nin şu sözü bunu destekler: “Abdullah (b. Mesud) hristiyan rahiplerine ancak işaretle selam verirdi” Bunu Buhari (1104), “İbn Mesud (gayri muslimlere) işaret şeklinde selam vermeyi caiz görmüştür. Çünkü bu müslümanlara has selam değildir. Onlarda da selam bu şekildedir” şeklinde başlık olarak tahric etmiştir.

Bunun anlamı, gayri muslimlere: “Nasıl sabahladın?, hayırlı sabahlar, iyi akşamlar, günaydın ve benzeri sözler söylememizin caiz olmasıdır.

25 Ocak 2013 Cuma

Hazır olun ey hakta sebat edenler! Gariplik daha da artacak!

Bismillah
Yakın tarihte meydana gelen hadiselerden ibret alınmaması, yeni bir takım fitnelerin daha da kuvvetlenerek üzerimize gelmesine sebep olmaktadır. Öyle ki kafirlerin, kitap ve sünnet üzere selefi menhec davetinin kuvvetlendiği her yerde, müslümanların gücünü dağıtmak için ürettiği fitneler, müslümanların hissiyatlarının kamçılanarak sahih tefekkürün ve ilmin yolunun dışına çıkarılmaları suretiyle kuvvetlendirilmektedir.

Daha dün hislerine yenilmeleri sebebiyle Amerika'nın Irak'ta rafizi bir devlet kurma tuzaklarına düşenler, "Arap Baharı" denilen yeni deccalin  kucağına da atlamaktan çekinmemişlerdir.
Müslümanları öncesinden de daha kötü bir duruma düşürmelerinden sonra - bilmiyorum -, bahar zannettikleri şeyin aslında bir serap olduğunu anladılar ve itiraf ediyorlar mı? Birçoğu bunu itiraf etse de, halen demokrasi fitnesinin yeni kurbanı Suriye'ye insanları "farz olan cihad" diyerek yönlendirenler var maalesef! 
Selefin menhecinden sapmış oldukları ve basiretli Ehl-i Sünnet alimleri tarafından reddedilip, hatalarına uyarılarak cerh edildikleri halde, Ebu İshak el-Huveyni, Muhammed el-Arifi, Abdurrahman Abdulhalık, Ebu'l-Hasen es-Suleymani, Yusuf el-Kardavi, Muhammed Hassan, Adnan Ar'ur, Selman el-Avde, Aiz el-Karni gibi menheci bozuk kimseleri selefî olarak tanıtanlar çok! Bu kimseler oy kullanma, parlementoya girme, video kaydı ve benzerleri gibi açık haramlara sıcak bakmalarıyla, akide ve menheclerinde bulunan daha büyük sorunları aşikar etmişlerdi. Gaflet had safhadadır ve hakka uyanların garipliği giderek daha da artacağa benziyor.
Demokrasi, şiddetini ve müslümanlar arasındaki hacmini giderek artıran tehlikeli bir fitnedir. Diyanetin papağanları olan imamlar hutbelerinde ahmakça; islamdaki şura ile demokrasiyi kıyaslayarak sunmaya devam ediyorlar! Lakin bu fasit bir kıyastır. Zira demokraside çoğunluğun sözü geçer. İslam'ın şurasında ise çoğunluğun değil, hakkın ve açık delillerin hükmü geçer. Nitekim Allah Azze ve Celle: 
"Eğer yeryüzündeki insanların çoğuna uyarsan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar; zira onlar, zandan başka bir şeye uymuyorlar ve dolayısıyle sadece saçmalıyorlar" (En'am 116) buyurmuştur. 
Evet, demokrasinin öngördüğü yol, Allah'ın kelamında "zanna uymak ve sadece saçmalamak"tır. Mısır'da saçmalayanlar Hizbu'n-Nuri's-Selefi diye bir parti kurmuş, meclise girmişlerdir. Bunlar da selefi zannedilmektedir! Allah'ın kitabında ve rasulünün dilinde; zanna uyan ve saçmalayan, Allah'ın yolundan sapan kimseler olarak nitelenenlere nasıl olur da "selefi" denir? Şeyh Mukbil rahimehullah bu tür kimseler hakkında "Felsefî" yahut "Sulfatî" tabirini kullanmakta, onlara selefi denmesine karşı çıkmaktadır.
Allah'ın kevnî sünneti hakkında basiretsiz kimseler, demokrasiyi muhatap olunan iki şerden hafif olanı zannetmektedirler. Lakin baskıcı diktatör rejimlerin zulmü altında yaşayan müslümanlar, düşmanlarının ve yaptıklarının farkında olarak, dinlerinin değerlerini koruma altına alma mücadelesi verirlerken, Demokrasi rejimlerinde zehirli bir nefes almaktadırlar. Bu, bozuk kanser hücreleri gibidir. Sağlam hücreleri ele geçirerek kendi safına katar. Böylece bozulma oranı artar, sağlam hücreler yok oluncaya kadar azalır. 
Demokrasi ortamlarında da aynı bunun gibi, müslüman, dinini bu ortamda serbest yaşayabileceğini zannederken, bu gevşeklik ve bilinçsizlik içerisinde dininden sıyrılır da farkına varmaz. Böylece dinle alakası olmadığı halde, namaz kılmadığı halde, Allah'ın istediği şekilde kul olmadığı halde, kafirler gibi giyindiği halde, Allah'ın emrettiği şekilde örtünmediği halde, küfür ve şirk eylemlerine buğz bile etmediği halde, müslüman olduğunu iddia ve zanneden yaramaz kalabalıklar oluşur. 
Türkiye'dekilerin; "Suriyedeki durum yanı başımızda iken ne yapılması gerekir?" diye sorması yersiz bir sualdir. İbn Hazm rahimehullah; "Fitnenin çiçekleri bağlanmaz" demiştir. Yapılması gerekenler için geç kalınmıştır. Fitne başladıktan ve bir şekilde onun içine girildikten sonra çözüm aramanın manası yoktur. Irak hadisesinde de söylediğimiz gibi, benzer bir duruma düşmemek için yapılacak olan şeyler, Türkiye'de yapılmalıdır.
Irak ve ondan sonra Suriye'deki mazlumlar için elimizden birşey gelmemesi, bizleri hislerle düşünmeye sevk etmemelidir. Bu tıpkı Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in ve ashabının Mekke'de gözleri önünde Yasir ailesine ve benzer mustazaflara yapılanlara karşı sabretmekle emrolunması gibidir. Müslümanların menhecinde, halk ıslah edilmeden, yöneticileri ıslah etmeye kalkışmak gibi bir metod yoktur. 
Yöneticileri ıslah çabasında; onlara karşı ayaklanmak ile seçimlere katılarak oy kullanmak arasında da fark yoktur. Her ikisi de kafirlerden taklid edilmiştir. İslam'da yöneticilerin ıslah edilmesinin yolu; halkın hakka davet edilmesiyledir. Bu yüzden Allah Azze ve Celle: 
"Bir kavim kendi halini değiştirmedikçe Allah da şüphesiz onun halini değiştirmez. Fakat Allah, bir kavme kötülük murad ettiği zaman, artık onu geri çevirecek bir şey yoktur" (Rad 11) buyurmuştur.
Bu ülkede müslümanlar hiçbir kötülüğe aldırış etmeksizin kendi elleriyle çocuklarını haram ve şirk işlenen okullara ve akidesi bozuk öğretmenlere teslim etmekte, dünya menfaati için iş bahanesiyle kendi elleriyle sakallarını kesmekte, kafir kılıkları giyinmekte, işinden olmamak için şirkî saygı duruşları yapmakta, müşriklerin bayramlarına iştirak etmekte, tesettürlü olduğunu zannederek cariyelerden dahi daha fazla açılıp saçılmaktadır.
Haydi okullarda ve devlet dairelerinde başörtüsünü kanunlar yasakladı, peki ya Nebi sallalllahu aleyhi ve sellem'in lanet ettiği şu kıytırık örtünme şekline kim zorluyor? 
Resmi dairelerde sakalı yönetmelik yasaklıyor, peki hiçbir yasağa muhatap olmayan serbest meslek sahiplerini sakal kesmeye kim zorluyor? Pantolon giymeye kim zorluyor? 
Yahut en büyük günahlardan biri olan fotoğraf ve video suretlerine bulaşmaya kim zorladı? 
Kadın erkek karışık ders ve seminerler yapmaya, kadının ihtiyacı olmaksızın dışarı çıkmasına, yanında mahremi bir erkek olmadan şehir dışına çıkmasına, mahremsiz hacca gitmesine, Mezhep taklidi sapıklığına kim zorluyor? 
Kadın erkek karışık, çalgılı düğünlere kim zorluyor? 
Sünneti, kaderi, kabir azabını, deccalin çıkışını, İsa aleyhisselamın nuzulünü inkara ve bu inkarcıları dinlemeye, bilmeyenleri tekfir etmeye, Rafizileri müslüman saymaya, namazı sünnete göre kılmayı terk etmeye, namazları diyanet takviminde çarpıtılmış vakitlerde kılmaya, orucu batıl vakitler arasında tutmaya kim zorluyor? 
Kitap ve sünnete uymaya kalktığınızda devlet ve yardakçıları mı karşınıza dikiliyor yoksa onlardan önce kendisine müslüman ve hatta selefi diyenler "fitne çıkarmayın" mı diyorlar?
Şunu demeye çalışıyorum: Mevcut durumda tagut denilen idareciler devrilse dahi, bizim sorunlarmızdan hiçbir şey hallolmuş olmayacak, kendimizi kandırmayalım. 
Allah'ın indirdikleriyle hükmetmemiz, yöneticilerin salih kimseler olmalarına bağlı değildir. Bilakis şayet bizler gerçekten Allah'ın indirdikleriyle hükmetmek isteyen kimseler olsaydık, devlet değil, devletler karşımızda duramazdı.
O halde şunu itiraf etmek gerekir: Nebi sallallahu aleyhi aleyhi ve sellem'in zalim yöneticilerin zulmüne sabretme tavsiyesine rağmen, kendimizde olanı değiştirmeden başkasını - ve yöneticileri - değiştirmeye kalkışmamız ahireti isteyenlerin işi değildir. Bu ancak acele edenlerin; dünyada - mal, makam, rahatlık vs - bir şeyler isteyenin işidir. Yoksa Allah ve rasulünün emrine aykırı isteklerle yaptığımız eylemlerin cihad olacağını mı zannediyoruz? 
Mısır'da selefi olduğu iddia ve zan edilen parti hakkında Şeyh Muhammed el-İmam'ın bir fetvasının tercümesini sunuyorum:
Soru: Burada Selefî Nur partisi var, seçimlere ve mitinglere katılıyorlar. Onlara katılmamız caiz midir?
Cevap: Onlara katılmayın. Bu partiyi kuranları, ona giren ve mitinglere katılanları demokrasi fitnesine düşmüş sayarız. Bu büyük bir fitnedir. Bu fitneye düşenlere zararı büyüktür.
Neden? Çünkü demokrasi insanları dinden uzaklaşmaya sürükleyen, batıl, dine aykırı kanunlara muhakeme olmaya ve Allah Azze ve Celle’nin buğzettiği daha başka şeylere götüren kanunlardır. Parti kurmadıkça hiçbir grup ve cemaatin hükme karışması kabul edilmemektedir. Partiler kurmak ise İslam’da haramdır. Zira bu müslümanları böler, müslümanları birbirlerinin zıddına mücadele eden kimseler haline getirir.
 Meydana gelen sonuçlar bu konuda yeterlidir. Bu fitneden meydana gelenler ortadadır. Bu fitne; liderleri ve devletleri düşüren aykırı partiler fitnesidir.
Onlara deriz ki; sizin şu an, şunu ve şunu devirmeye çalıştığınız gibi, düşmanlarınız da size karşı partiler kurup sizi düşürmeye ve size karşı savaşmaya çalışırlar. Amerika ve batılı düşmanlar parti kurmadıkça bir şahsın hükmetme işine katılmasını kabul etmiyorlar. Bu partiler de dine sarılanların istediği gibi değil, batının istediği yolu takip ediyor. Hayır, bu doğru değildir! Bu parti demokrasiye uymak istiyor. Demokrasiye uymak ise İslam dininden adım adım uzaklaşmaktır. Biz “dinden bir anda tamamen çıkar” demiyoruz, lakin yavaş yavaş çıkar.
 Şayet onlar – yani Nur partisi mensupları – ibret alsaydılar, İhvanu’l-Muslimin partisinden ibret alırlardı.
İhvanu’l-Muslimin siyasi partileşmeye girdiler. Onlar daha önce, partilerle yarışa, partileşmeye, siyasi meselelere, hükümete ve koalisyonlara girmelerinden sonra ulaştıkları durumdan çok daha iyi durumda idiler.
Şayet ibret alacaklarsa onlardan ibret alsınlar. Lakin mal, makam ve yönetim ile fitneye düştüler. La havle ve la kuvvete illa billah!
Her halukarda bu partileşme İslam dininde haramdır. Nitekim bundaki zararları işittiniz. Asrımızda musibet daha da artmıştır. Şüphesiz bu partileşme, siyasi ve demokratik bir partileşmedir. Partiler genellikle rakipleriyle muhalefet halinde olurlar. Muhalefet düşmanlarla beraber olur. bu düşmanların elinde bir silah gibi olur.
Kimsenin buna karşı çıkmaya gücü yetmez. Olanlar bunun şahididir. Muhalefet partileri, etkileri son bulmayacak bu fitne üzerine kuruludur. Her kafir devletle, İslam ve müslümanlarla savaşan devlerlerle anlaşmalı hareket ederler.
Nitekim Abdurrahman er-Riyalî şöyle demiştir: “Particilik etkilenmeyle başlar, uşaklıkla sonuçlanır!” Olaylara şahit olanlar, işittiğiniz gibi, partileşenlerin durumlarını bilirler. Nur partisini kuranlara Allah Azze ve Celle için nasihat ederiz ki, bu particilikten, bunları kurmaktan ve miting gibi gösterilerden Allah’a tevbe etsinler…
Allah Azze ve Celle’ye; dinin kurallarına uyarak davet etsinler. Allah o zaman davetlerini faydalı kılacaktır. Allah o zaman insanların kalplerini onlara çevirecektir.
Ama bu partilere girmeye gelince, bunun hükmü açıktır, bu yönetim talebidir! Bu idareye talip olmaktır! Buna giren: “Biz İslamı uygulamak istiyoruz, biz şunu… istiyoruz” derseler biz de onlara deriz ki: “Bu kelamdır! Lakin keşke yönetim, makam ve Allah’ın haram kıldığı gerekçeler olmadan da İslamı uygulamak isteseydiniz! Bu işte birçok kötülükler vardır. Keşke bu partiler sayesinde düşmanların otoritesi, nüfuzu ve tasallutu  altına girmeden istediklerinizi yapsaydınız. Ancak istediklerinize ulaşamayacaksınız. Onlar sizin istediğiniz şeylere müsamaha göstermeyecekler. İhvan partisi kaç kere hükümden geri çevirildi ve ilk kaideye döndürüldü! Ne oldu?
Diyorlar ki: “Dininize karışan mı var? İslam şeriatine karışan mı var? Siz İslam hükümlerini istiyorsunuz!!
İşte onların düşen gölgesi budur. Boyun eğdirinceye kadar onlara darbe indirdiler. Liderleri: “Ne istiyorsunuz?” diyor, onlar da: “Şunu ve şunu istiyoruz. Açık demokrasi istiyoruz” diyorlar! Kızıl demokrasi! Onlar: “Biz sizinleyiz” diyor, diğerleri de “Biz sizinleyiz” diyorlar.
Şu olanlara bakın! Allah’tan açığı ve gizlisiyle bütün fitneleri bizden uzaklaştırmasını dileriz. Bunu hiç kimseye hoş görünmek için değil, nasihat olarak söylüyoruz. Allah’tan hepimize tevbe nasip etmesini dileriz. Hareket ve kuvvet ancak Allah iledir.
Yemen Selefî Davet Alimleri ve Şeyhleri sitesinden tercüme eden: Ebu Muaz

24 Ocak 2013 Perşembe

Çoraplara Meshe Dair İcmanın İspatı

Çoraplara Meshe Dair İcmanın İspatı

Ebu Muaz el-Çubukabadi

21 Ocak 2013 Pazartesi

Zorunlu Tutulan Aşılara İtiraz İçin Yardımcı Kanun Maddeleri


BİYOLOJİ VE TIBBIN UYGULANMASI BAKIMINDAN İNSAN HAKLARI VE İNSAN HAYSİYETİNİN KORUNMASI SÖZLEŞMESİ: İNSAN HAKLARI VE BİYOTIP SÖZLEŞMESİNİN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN

Kanun No:5013
Resmi Gazete: 09.12.2003-25311


Aşılar hakkında bir iktibas


Genel Önleyici Aşı Zorunluluğu


Prof. Dr. Dr. h.c. Hakan HAKERİ, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı

18 Ocak 2013 Cuma

Kıyası İnkar Eden Herkes Zahiri’midir?

Kıyası İnkar Eden Herkes Zahiri’midir?
Son devrin müceddid alimlerinden Şeyh Muqbil b. Hâdi el-Vadiî rahimehullah’ın İcabetu’s-Sail kitabından (s.310-313) tercüme eden: Ebu Muaz
Soru 158: Cidde’deki kardeşlerden biri senin Zahiri mezhebine ve Ebu Muhammed b. Hazm’ın sözlerine meylettiğini söyledi.”

Yöneticilere Karşı Askerî Ayaklanma Müslümanların Menheci Değildir


Yöneticilere Karşı Askerî Ayaklanma Müslümanların Menheci Değildir

Şeyh el-Elbânî’nin el-Esale dergisinde yayınlanan 41 no’lu fetvası’ndan tercüme eden: Ebu Muaz

السؤال 41: ما يسمى في الوقت الحاضر بالانقلاب العسكري على الحاكم هل هو وارد في الدين أم هو بدعة ؟

الجواب: هذه الأفعال لا اصل لها في الإسلام وهي خلاف المنهج الإسلامي في تأسيس الدعوة وإيجاد الأرض الصالحة لها وإنما هي بدعة كافرة تأثر بها بعض المسلمين وهذا ما ذكرته في التعليق والشرح على العقيدة الطحاوية.

Soru: “Zamanımızda “Yöneticilere karşı Askeri inkılap (darbe, ayaklanma) denilen şey dinde mi gelmiştir yoksa bir bid’at midir?

Cevap: Bu fiillerin İslam’da aslı yoktur. Bu, davetin kurulmasında ve salih ülke oluşturulmasında İslamî menhece aykırı bir metottur. Bu ancak bazı müslümanların kafirlerden etkilendikleri bir bidattir. Bu hususu Akidetu’t-Tahaviyye şerhi ve dipnotlarında açıkladım.

Akşam Namazını Kılmamış Olan Kimse Yatsı Namazını Kılmakta Olan Cemaate Nasıl Uyar?


Akşam Namazını Kılmamış Olan Kimse Yatsı Namazını Kılmakta Olan Cemaate Nasıl Uyar?

Şeyh el-Elbâni’nin el-Esale dergisinde yayınlanan “6” nolu fetvası’ndan tercüme eden: Ebu Muaz

السؤال 6: رجل دخل المسجد وقد قامت صلاة العشاء، ولم يكن قد صلى المغرب-لعذر-، فماذا يصنع؟

الجواب:هذا الرجل يقتدي بالإمام الذي يصلي العشاء، وينوى هو صلاة المغرب، فإذا قام الإمام إلى الركعة الرابعة؛ نوى هذا المأموم المفارقة بينه وبين الإمام، ثم جلس وتشهد، وأتم صلاته وحده.

Soru: “Kişi bir mazereti sebebiyle akşam namazını kılmamış olduğu halde mescide girdiğinde cemaatin yatsı namazına kalktıklarını görürse ne yapmalıdır?

Cevap: Bu şahıs yatsı namazını kılmakta olan imama uyar ve kendisi akşam namazına niyet eder. İmam dördüncü rekate kalktığında, imama uyan bu kimse, imamdan ayrılmaya niyet ederek teşehhüde oturur ve namazı yalnız başına tamamlar.

9 Ocak 2013 Çarşamba

Taksitli Satışta Fiyat Farkı Hakkında Fetva

Mustafa el-Adevi’den tercüme eden: Ebû Muâz

Kıyas Taraftarı Bidatçilerin Belini Büken Reddiye

Filistin Müftüsü Şeyh Salahuddin b. İbrahim Ebu Arafe’nin – Allah onu hıfzeylesin - Mescidu’l-Aksa’daki bir sohbetinden çeviren: Ebu Muaz el-Çubukâbâdî
… Kul bilmelidir ki Allah, onu gözetmekte, işitmekte ve yaptığı her işi yazmaktadır. Allah’tan okumakta olduğumuz bu makamda bizi razı olduğuna ulaşmada yardım etmesini, bize hakkı söyletmesini, bizi hakka tabi oldurmasını ve bizi dinimizde şehvetlerimize re’ylerimize, zanlarımıza bırakmamasını dileriz. Allah Azze ve Celle Hakka suresinde şöyle buyurmaktadır: Görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin ederim ki, o, muhakkak şerefli bir rasulün/elçinin sözüdür. Yoksa o, bir şâirin sözü değildir. Ne kadar da az îman ediyorsunuz. O bir kâhin sözü de değildir. Ne kadar az düşünüyorsunuz. O alemlerin rabbinden bir indirilmedir. Eğer Muhammed, bize karşı bazı sözler iftira etmiş olsaydı, elbette ondan gücünü kuvvetini alır, sonra onun şah damarını elbette keserdik. İçinizden hiçbiri de buna engel olamazdı.” (Hakka 38-47)
Ne demek istiyoruz? Kıyası iptal etmeyi kastediyoruz. Allah meseleye şöyle başlıyor, dinle: “Görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin ederim ki muhakkak o şerefli bir rasulün sözüdür.” Burada rasul/elçi ile kastedilen Cibril de olsa, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de olsa, her iki ihtimalde de sözün aslı vahye dönmektedir. Bu açıktır. Allah vahyinde, gördüklerinize ve göremediklerinize yemin ediyor. yalnızca görülen herşeyin Allah’ın vahyi olduğuna hükmedilemez. Allah’ın vahyi, görebildiklerinizden de, göremediklerinizden de gelir. Allahın vahyini yalnız gördüklerinizle hakem kıldığınızda hata edersiniz. Allahın vahyini gördüklerinizle kıyaslarsanız hata edersiniz. Çünkü Allah, indirdiğine yemin etmeden önce, görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin etmekle başlıyor. Kıyası ise ancak görebildikleriniz üzerinden yaparsınız. Allah, indirdiği vahiyden önce görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin ediyor. Görebildiğiniz herşeyi ve göremediğiniz herşeyi bir araya getirebilirseniz, peygamberlerden sonra dilediğiniz gibi kıyaslayın. Bundan sonra Allah şöyle buyuruyor, dinle: “O bir kâhin sözü de değildir” kahin nedir? Söyleyin kahin nedir?  Yani kahin ne kadar isabet eder ve ne kadar hata eder? Bir defa isabet etse, yüz defa hata eder. İşte kıyasın sonucu budur. Kahin görmediklerini, görebildiklerine kıyaslar, remil ile bakıp ölçtükten sonra kıyasla kehanette bulunur. Bütün bunlar kıyas mıdır? Evet, kehanet bir ilimdir. Kehanet, kendisine ulaşılan yolları bulunan bir ilimdir. Putlardan, cinlerden ve ifritlerden ibaret şeyhlerden yardım da isterler… Sonra Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor: “Eğer Muhammed, bize karşı bazı sözler iftira etmiş olsaydı..” yani kıyasla bizim adımıza bir şey söyleseydi. Yani kıyas, Allah’a söylemediği şeyi söylemiş gibi nispet etmektir. Çünkü kıyas yapan, belli olmayan bir şey için kıyas yapar. Helal bellidir, haram bellidir. Kıyas yapan kimse, Allah’ın hakkında sükut ettiği bir şey hakkında kıyas yapar. Böylece kıyas ile şu helaldir, şu haramdır dediğinde zorunlu olarak Allah’a iftira etmiş olur. Allah Azze ve Celle ise kendisine vahiyde bulunduğu Nebî sallallahu aleyhi ve sellem hakkında; şayet kendisi adına söylemediği şeyi nispet edecek olursa “elbette ondan gücünü kuvvetini alır, sonra onun şah damarını elbette keserdik. İçinizden hiçbiri de buna engel olamazdı” buyuryor.  Sonra Allah Azze ve Celle şöyle tamamlıyor Gerçek şu ki Kur’ân, Allah'tan sakınanlar için bir öğüttür.” Böylece delil getirir ve açıklarız ki, Nebimiz sallallahu aleyhi ve sellem’den sonra salih emirimiz Ömer radıyallahu anh’e nispet edilen kıyas iddiası da batıldır…”
Sohbetin ses kaydının linki: tıklayın

5 Ocak 2013 Cumartesi

Sünnetle Amel Etmek Fitne Olur mu?/Mahir el-Kahtani

“İnsanların Yanında Yabancı Oldukları Sünnetleri Açığa Çıkarmayın” Sözü Hakkında
Şeyh Mahir b. Zafir el-Kahtani
Tercüme: Ebu Muaz el-Çubukâbâdî

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)