Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

7 Haziran 2014 Cumartesi

Muasır Tekfircilerin Fikrî Kargaşalarına Cevaplar - 4 -

Davet İmamlarının Muayyen Şahsa Hüccet İkamesi Meselesi Hakkında Sözleri
Daha önce Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab rahimehullah’ın bu meseleyle ilgili bazı sözlerini sitede aktarmıştım. Konunun daha iyi pekişmesi için diğer bazı nakillere devam edeceğim:
Müceddid imam şeyhülislam Muhammed b. Abdilvehhab rahimehullah akidesini açıklarken şöyle demiştir: “Tekfire gelince; ben Rasulün dinini öğrenen, öğrendikten sonra söven, insanları bu dinden yasaklayan ve ona fiilen düşmanlık edeni tekfir ediyorum. İşte benim tekfir ettiğim böyle bir kimsedir. Ümmetin çoğunluğu Allah’a hamd olsun böyle değildir.” (Dureru’s-Seniyye 1/73)
Yine şöyle demiştir: “Nebilerden ve velilerden ölümlerinden sonra şefaat isteyen, kabirlerine tazim eden, onların üzerine kubbeler bina edip kandiller yakan, kabirlerin yanında namaz kılan, oraları bayram yeri edinen, koruyuculuk yapan, oraya adak adayan kimselere gelince, bütün bunlar meydana geleceğini Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in haber verip sakındırdığı hadiselerdendir. Nitekim hadiste şöyle buyrulmuştur: “Ümmetimden bazı kavimler müşriklere katılmadıkça ve ümmetimden bazı topluluklar putlara tapmadıkça kıyamet kopmaz.”Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem tevhidi en büyük himaye ile korumuş, şirke götüren bütün yolları tıkamış, Muslim’in Sahih’inde Cabir radıyallahu anh’den rivayet ettiği gibi; kabirlerin sıvanmasını, üzerlerine bina yapılmasını yasaklamıştır. Yine Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh’ı yerden yüksek hiçbir kabir bırakmamak ve yok etmedik suret bırakmamak emriyle gönderdiği sabit olmuştur. Bu yüzden birçok alimler, kabirler üzerine yapılmış binaların Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e isyan üzere yapılmış olduğundan yıkılmalarının gerektiğini söylemişlerdir. Bizimle insanlar arasında ihtilafa sebep olan şey işte budur. Hatta durum onların bizi tekfir etmelerine, bizimle savaşmalarına, kanlarımızı ve mallarımızı helal saymalarına kadar varmıştır. Ta ki Allah bize onlara karşı yardım etti ve onlara karşı zafer kazandık. İnsanları davet ettiğimiz şey budur. Allah’ın kitabından, rasulünün sünnetinden ve salih seleften imamların icmaından hücceti ikame etmemizden sonra onlarla savaştık. Allah Teâlâ’nın şu ayetine imtisal ettik: “Bir fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın.” (Enfal 39) Kim hüccet ve beyan ile yapılan davete icabet etmezse ona kılıç ve dişlerle savaşırız.(*) Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah'ın, dinine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür” (Hadid 25)” (Dureru’s-Seniyye 1/87)
(*) Burada hatırdan çıkarılmaması gereken bir şey var ki cahil ve ahmak kimselerin ifsada uğramaması için uyaralım: Şeyhulislam Muhammed b. Abdilvehhab veliyyul’l-emr/yönetici idi.
Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab rahimehullah’a “Kiminle savaşılır, kim tekfir edilir?” diye soruldu. Şöyle cevap verdi: “İslamın beş şartının ilki iki şehadet kelimesidir. Sonra diğer dört şart gelir. Diğer şartlara gelince; bunları hafife alarak terk edenle, bunları yapması için savaşırız. Terkinden dolayı tekfir etmeyiz. Alimler inkar etmeksizin tembellik ve gevşeklikle bunları terk edenin küfründe ihtilaf etmişlerdir. Biz ancak bütün alimlerin icma ettikleri şeyle tekfir ederiz. Bu da iki şehadet kelimesidir. Yine bunu (iki şehadet kelimesi ile ilgili tekfiri) öğretilip anladıktan sonra inkar ederse tekfir ederiz…” (Dureru’s-Seniyye 1/102-104)
Yine Şeyh İbn Sehman’ın risalesinde naklettiğine göre Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab şöyle demiştir: “Biz Abdulkadir’in kubbesi üzerindeki puta, Ahmed el-Bedevi’nin türbesi üzerindeki puta ibadet edeni ve benzerlerini cahilliklerinden ve onları uyaran kimse olmaması yüzünden tekfir etmediğimize göre, Allah’a ortak koşmayan veya bize hicret etmeyenleri neden tekfir edip savaşalım? Allah’ım! Sen noksanlardan münezzehsin, bu büyük bir iftiradır.”
Şeyh İbn Sehman rahimehullah bu söz üzerine şöyle demiştir: “Şeyh rahimehullah’ın türbeler üzerindeki putlara ibadet eden kimse hakkındaki sözü böyle olduğuna öğrenmesi kolay olmayan ve hüccet ulaşmayan yeryüzü halkı nasıl tekfir edilir ve onlarla savaşılarak malları helal sayılabilir? Hiç şeyhin durumunu ve onun davet ettiği şeyi bilen akıl sahibi bir kimse bunu düşünebilir mi? Bilakis böyle bir kimse söz anlamayan, diğer ümmetten ayrılan bir kimsedir. Hatta o ehl-i sünnet ve’l-cemaatten ayrılmıştır! Onun bu konudaki bütün sözleri, isimlerin ve sıfatların tevhidine, amel ve ibadetlerde tevhide çağırmak amaçlıdır. Müslümanlar da bunun üzerinde icma etmişlerdir. Bu konuda ancak onların yolundan çıkan, menheclerinden sapan Cehmiyye, Mutezile ve kabirlere ibadet edenler gibi kimseler muhalefet etmişlerdir. Hatta (Şeyh’in sözleri) rasullerin icma edip kitapların üzerinde ittifak ettiği şeydir. Nitekim şeyhin getirdiği ve kastettiği şeylerden zorunlu olarak şu anlaşılır: Ancak muteber bir hüccet ikamesinden sonra tekfir edilir. Bu ise bid’atçilere uymak değil, dosdoğru yolun ta kendisidir.” (Tenbihu Zevi’l-Elbabi’s-Selime An Vukui Fi’l-Elfazi’l-Mubtediati’l-Vahime kitabı ile Tebrietu’ş-Şeyheyni’l-İmameyn Min Tenviri Ehli’l-Kizb ve’l-Meyn (S.120, 122-123)
Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab’ın çocuklarının ve onlarla beraber Şeyh Hamed b. Nasır Âl-i Muammer’in sözleri de muayyen şahsa hüccet ikamesini şart koşmaları bakımından açıktır. Onlara şöyle sorulmuştur: “Bize sizlerin geçmiş alimlerinden İbn Farız ve başkaları gibi ilimle ve sünnet ehli olmakla meşhur olan bazı insanları tekfir ettiğiniz ulaştı.” Onlar şöyle cevap vermişlerdir:
“Bizim geçmiş insanlardan bazılarını ve başka kimseleri tekfir ettiğimiz hakkında söylenen şey düşmanlarımız tarafından, insanları dosdoğru yoldan alıkoymak için yayılan iftiralardır. Yine bize bundan başka birçok şeyleri de iftira olarak nispet ediyorlar. Bunlara cevabımız şöyle dememizdir: “Hâşâ! Bu, çok büyük bir iftiradır" (Nur 16) Biz, ancak hakkı bilip de inkar edeni, ona hüccet ikame ettikten sonra, davet edip kabul etmemesi, inkarına devam edip inat etmesi üzerine tekfir ederiz. Bizim hakkımızda bunun dışında tekfir ettiğimize dair söylenen her şey bize karşı bir yalandır…”
Sonra şöyle dediler: “Şeyh rahimehullah’ın bir sözün küfür olduğunu söylemesine rağmen, o sözü söyleyeni tekfir etmemesini iyi düşün! Aradaki farkı iyi anla! Zira kendisine hüccet ikame edilmemiş muayyen şahsa kafir demek caiz değildir. Zannederim İmam rahimehullah’ın haklarında bu sözü söylediği kimseye hüccetin ikame edilmediğini zannettiğinden, İbnu’l-Farız ve benzerlerinin sözlerindeki ve görüşlerindeki küfrü bilmeyen cahiller olmalarından dolayı (tekfir etmemiştir.)..” (Dureru’s-Seniyye 3/20-23)
 Yine Şeyh Abdullah b. Eş-Şeyh rahimehullah’a kendisinden kasıtsız olarak küfür sadır olan cahil kimsenin söz, fiil veya tevessülde bulunmasında mazur olup olmaması soruldu. Şöyle cevap verdi: “Allah’a ve rasulüne iman eden bir kimse, Allah’ın rasulüyle gönderdiği şeyi bilmeden küfür bir fiil veya küfür bir itikadda bulunabilir, böyle bir kimse bize göre kafir değildir. Ona muhalefet edenin kafir olacağı şekilde risalet hüccetini ikame etmedikçe küfrüne hükmetmeyiz. Ona hüccet ikame edilip, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in getirdiği din beyan edildikten sonra, hüccet ikamesinden sonra bu fiilde ısrar ederse, işte o kimse tekfir edilir. Çünkü küfür ya Allah’ın kitabına ya da Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in sünnetine muhalefetten dolayıdır ve bunda bütün alimler icma etmişlerdir.” (Dureru’s-Seniyye 10/239-240)
Yine şöyle demiştir: “Tevhid üzerine, İslam’ın beş şartını ve imanın altı şartını ikame ederek ölen, lakin duada tevessül eden, zikrettiğimiz iki hadise dayanarak (âma kimsenin tevessülü hakkındaki hadisi ve “Arşının izzet mak’adına sığınırım” hadisini kastediyor) rabbine dua ederken Nebisine yönelen, cahilliğinden veya ahmaklığından bunu yapan kimselerin hükmü nedir?” Şöyle cevap vermiştir: “Ölüden istekte bulunma ve ondan istigase etme (yardım isteme) ile duada tevessül etmek arasındaki farkı açıklamıştık. Ölüden istekte bulunmak ve ihtiyaçların giderilmesinde, sıkıntıların kaldırılmasında istigase etmek, Allah’ın ve rasulünün haram kıldığı, ilahi kitapların ve haramlığına dair nebevî davetin; haramlığı ve işleyen kimsenin tekfir edilmesi, ondan teberri edip düşmanlık edilmesi gerektiği üzerinde ittifak ettiği en büyük şirktendir.
Lakin ilmin kesintiye uğradığı ve cahilliğin galebe çaldığı zamanlarda muayyen şahıs, kendisine risalet hücceti ikame edilip bu amelin Allah ve rasulü tarafından haram kılınan büyük şirkten olduğu açıklanmadıkça tekfir edilmez. Hüccet ulaşır, ona Kur’an ayetleri ve nebevî hadisler okunur da şirkinde ısrar ederse o bir kafirdir. Cehaletle bunu yapan, bundan dolayı uyarılmayan kimse ise böyle değildir. Cahilin fiili küfürdür lakin hüccet ikame edilmedikçe kendisinin küfrüne hükmedilmez. Hüccet ikame edilip de şirkinde ısrar ederse, Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in Allah’ın rasulü olduğuna şahitlik etse de, namaz kılsa da, zekat verse de, altı esasa iman etse de o bir kafir olur.” (Dureru’s-Seniyye 10/273-274)
* Derim ki: hüccet ikamesini yapacak bir islam devleti ve onun yetki sahibi kadısı olmadığı zaman hüccetin ikamesi değil ancak tebliği söz konusu olur. Hüccet tebliğ edilen kimse şirk veya küfründe ısrar eder de, hala Müslüman olduğunu iddia etmeye devam ederse, böyle bir kimsenin şer’î tanımı “münafık”tır. O nifak küfrüyle kafir olsa dahi, islamın dışındaki kafirlerle aynı muamele ona yapılmaz. Bilakis münafıklara nasıl davranılırsa ona da öyle davranılır.
Şeyh Suleyman b. Sehman rahimehullah şöyle demiştir: “Muhammed b. Abdilvehhab rahimehullah insanları tekfir etmekten en çok duraklayan bir kimse idi. Hatta Allah’tan başkasına, kabir ehline veya başkalarına dua eden cahili, eğer ona nasihat edememişse, terk edenin kafir olacağı hücceti ulaştıramamışsa tekfir etmezdi. Risalelerinden birinde şöyle dedi: “Biz el-Kevvaz’ın türbesine ibadet edeni dahi cahilliklerinden ve uyaran kimse olmadığı için tekfir etmediğimize göre kendisine hüccet ikame edilen, bunun bilgisine ulaşan kimseyi kabirlere ibadet sebebiyle tekfir ederiz.” (Ziyau’ş-Şarık s.372)
Şeyh Abdurrahman b. Hasen, Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab’ın hüccet ikamesi hususundaki menhecini şöyle açıklamıştır: “Şeyhimiz Şeyhulislam Muhammed b. Abdilvehhab rahimehullah dedi ki: “Şerif benden kiminle savaşıp kimi tekfir ettiğimizi sordu. Cevap olarak şöyle dedi: “Biz ancak bütün alimlerin icma ettikleri iki şehadet kelimesi öğretilip anladıktan sonra inkar eden kimseyle savaşırız.” (Dureru’s-Seniyye 11/317)
Şeyh Abdullatif b. Abdirrahman, Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin: “Lakin cahilliğin galebe çaldığı, ilmin ve risalet izlerinin azaldığı, sonrakilerin çoğunda, Rasulün getirdiği şey beyan edilinceye kadar tekfir edilmeleri mümkün olmaz” sözüne şu notu düşmüştür: “Şeyhimiz (Muhammed b. Abdilvehhab) rahimehullah da bu görüşte idi ve bunu ümmetin alimlerine uyarak açıklardı. Hüccet ikame edilip delil ortaya çıkmadıkça tekfir etmezdi. Hatta o, kabirlere ibadet eden cahiller hakkında, onlara uyarıda bulunmak kolay olmadığından duraklardı. Şeyh İbn Teymiyye rahimehullah’ın da: “Rasulün getirdiği açıklanıncaya kadar” sözüyle kastettiği budur.” (Misbahu’z-Zalam 324-325)
Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab rahimehullah’ın risaleleri ile onun öğrencileri ile çocuklarının risalelerinde bunun gibi daha birçok sözler vardır. Biz sadece örnek kabilinden zikrettik. Muayyen bir şahsa tekfirde bulunmak için şer’î hüccetin ikamesi ve o kimsenin bundan sonra inatla ısrar etmesi şarttır. Nitekim tebliğ ile beraber şüphenin giderilmesi de zorunludur. Aksi halde onları uyarıp kendilerine şer’î hüccetleri açıklayacak kimseler bulununcaya kadar, türlü şirk şaibelerine bulaşmış avamın mazeretleri sabittir.  (Bkz.: el-Cehlu Bimesaili’l-İtikad ve Hukmuhu s.444)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)