Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

12 Nisan 2017 Çarşamba

Nebevi Hadisler Karşısında Aklın Konumu

Akla, İslam kadar hareket noktası veren bir din yoktur. Akla, Kur’an kadar hitap eden bir kitap yoktur. Aklı kullanmaya ümmi Nebi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem kadar teşvik eden bir nebi veya kişi yoktur. Bunun birçok delilleri vardır.
Bilgisayar ortamında yapılan sayımlara göre Kur’ân’da:
İlim kelimesi ve türevleri 854 defa geçer.
Lub (akıl) kelimesi ve türevleri 16 defa geçer.
Tefekkür kelimesi ve türevleri 18 defa geçer.
Kıraat (okuma) kelimesi ve türevleri 88 defa geçer.
Tedebbür kelimesi ve türevleri 44 defa geçer.
Tezekkür kelimesi ve türevleri 292 defa geçer.
Akletme kelimesi ve türevleri 49 defa geçer.
Nazar (inceleme) kelimesi ve türevleri 129 defa geçer.
Basar (görme ve idrak etme) kelimesi ve türevleri 148 defa geçer.
Mükellefiyetin dayanağının akıl olduğu malumdur. Aklı olmayan kimse mükellef olmaz. Aklın vazifesi mevcut olanlar üzerinde araştırma, geçmişte olanlar hakkında bilgiyi pekiştirme ve ibret alma, gelecek için de hazırlık yapmaktır.
İslam fıkhında aklın alanı açık ve kapıları geniştir. Uzak yakın herkes bunu bilir. İslam’ın akla verdiği konuma ne bir kimse ekleme yapabilir ne de ona ulaşabilir.
Tefekkür ve akletmenin saptırma, şüpheye düşürme ve haktan sapma için kullanılması ise akıl ve tefekkürün konumunu tahrif etmektir ve onu yeri dışında kullanmaktır.
Tefekkür ve akletmenin saptırmak için kullanılması, mesela “Kadının özgürleştirilmesi” fikri için kullanılması, kadınların bedenlerinin çıplaklaştırılması ve “özgürlük”, “ilericilik”, “medeniyet” adları altında toplum içinde cinsel bir tahrik malzemesi haline getirilmesi, onu Allah Teâlâ’nın belirlediği menhecinden uzaklaştırmaktır.   
Anlamlar tersine çevrilmiştir ve fikirler çatışır haldedir. Bütün bunlar iki beyan ile alınır. Mü’minler nakil hüccetini alırlar, inatçılar ise akıl hüccetini alırlar.
Şayet akla aykırı görünen bir nebevi hadis ile karşılaşırsak ne yapılmalıdır?
Öncelikle akıl kelimesi ile kastedilen nedir? Kimin aklı esas alınacaktır? Bu soru cevap bulduktan sonra akla aykırılığın türüne geçilebilir.
Eğer akıl ile kastedilen; nebevi hadisin bahsettiği mesele hakkında uzman olan bütün akıl sahiplerinin aklı ise;
*  Hadis tıptan bahsediyorsa akıl ile kastedilen tabiplerin icma’ı (sözbirliği)dir.
* Hadis toplumsal bir meseleden bahsediyorsa akıl ile kastedilen toplum bilim âlimlerinin sözbirliğidir.
* Hadis şeriat hükümlerinden bahsediyorsa akıl ile kastedilen şeriat âlimlerinin icmaıdır.
Bu, Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’ın; “Sarih akıl, sahih nakil ile çelişmez” sözünün anlamıdır.
Böylece akıl, herhangi bir meseleyi sınırlayıcı değildir. Yine uzmanların ihtilaf etmeleri hali de bunun dışında kalmaktadır.
İhtilaf etmeleri halinde uzmanlardan bu meseleyi teyit eden de vardır, itiraz eden de vardır.  Geriye bazı uzmanların akılları tarafından teyit edilen, bazıları tarafından da itiraz edilen hadis kalmaktadır. Böyle bir durum nebevi hadisle amel etmeyi iptal edemez!  
Uzmanların icma etmeleri halinde ise durum, nebevi hadisin manası üzerine döner:
* Bu hadiste bildirilen mesele beşerî tecrübelerin bir sonucu mudur?
- Eğer cevap evet ise, bu hadisle amel etmek, önceki icma’yı iptal eden bir gelişme bulunmasına bağlıdır. Veya uzmanların icma’ına aykırı görünen bu hadisin manası araştırılır.
- Eğer filan kimsenin aklı bu nebevi hadisteki manayı kavrayamıyorsa, böyle bir durum hadisle amel etmeyi ortadan kaldırmaz. Çünkü tecrübe ile tahsis edilen bir meselede icma eden akıllar karşısında ferdî akıllara itibar edilmez.
* Nebevî hadis gaybden haber veriyorsa;
- Hadis sahih ise, dütün dünya bunun imkânsız olduğunda icma etse bile biz bu haberin, bir süre sonra da olsa, mutlaka meydana geleceğine itikad ederiz.
Bu konuda konumumuz, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in isra ve mi’rac hakkında verdiği haberi tasdik eden Ebu Bekr es-Sıddık radiyallahu anh’ın konumu gibidir.
Yine: “Şayet din re’y ve akıl ile olsaydı mestlerin altını mesh etmek, üzerini mesh etmekten daha layık idi” diyen Ali radiyallahu anh’ın konumu gibidir.
Bazen tarihte akla muhalif olduğu gerekçesiyle nebevi bir haberi veya nebevi bir hükmü reddeden kimseler ortaya çıkmıştır. İslam’da akıl kavramı ile kastedilenin uzmanların akıllarının söz birliği olduğunu açıkladık. Çünkü uzman olmayan kimseler anlamlar üzerine boş konuşurlar, onların mukaddimelere, alet ilimlerine veya anlayış için temel ilimlere ihtiyaçları vardır.
Edebiyatçı birinin aklının, matematik denklemlerini kavramaması, matematik denklemlerini uygulamayı iptal etmez. Yine bir matematikçinin aklının şiirdeki mecazları kavramaması, mecazı iptal etmez. Matematikçi ve edebiyatçının kan dolaşımını inkâr etmeleri, kan dolaşımının varlığını iptal etmez.  
 Yani başka bir meselede uzman olsa bile, özel bir meselede uzman olmayan kimselerin inkârının bir değeri yoktur. Buna yol açılırsa; ilmî kaoslar, dini kaoslar, iktisadi kaoslar ve hayatın her meselesinde kaoslar otaya çıkar. Müslümanın aklının Kur’an ve sünnete karşı konumu iman etmek, geçmiş veya gelecekten verdiği haberleri tasdik etmektir. Çünkü bu müslümanın akidesinin anlamıdır.  
Kevnî ayetlere gelince, Kur’ân ve sünnet, imanının kökleşmesi ve itaat ile artması için, insanın etrafındaki her şeyi tefekkür etmesine yönlendirmiştir.  
Teşriî ayetlere gelince, bunlar beşer hayatını, insanın arzularını düzene sokan emredici ve yasaklayıcı ayetlerdir. Bunlardan bazısı illetin mevcudiyeti etrafında döner.  Bu da konusunun genişliğinden dolayı tefekkür yolunu açar. Bazı hükümler sabittir, değişmez. Lakin mükellefiyetin düşmesi veya devam etmesi hususunda kişinin durumuna göre hükmü değişir. Mesele yolcu kimsenin oruç tutmaması, hayız olan kadının namaz kılmaması, zorluk ve meşakkat altında olan kimseye tanınan ruhsatlar gibi.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Allah sizin için kolaylığı diler, sizin için zorluğu dilemez.” (Bakara 185)
Bugünlerde sünnet hakkında şüpheler uyandırıp Kur’ân manalarını tahrif girişimleri bazen nebevi bir hadisin akla aykırı olduğu, bazen de Kur’ân’a aykırı olduğu gerekçesiyle öne sürülmekte, hadis kitaplarının Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den uzun zaman sonra yazıldığı, Emevilerin kitapları ve hadisleri kendilerine uygun olacak şekilde tahrif ettikleri, elimizdeki hadis kitaplarının Rasule tuzak kurmak isteyen yazarların veya kıssacıların hayal ürünü olduğu iddia edilmektedir.
Bu sebeple itiraz ve tenkid eden kimse, kendisinin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinin koruyucu olan o kahraman rical gibi sünneti koruduğunu ve ilme önem verdiğini düşünmektedir. Ancak bu tenkitçi şunu unutuyor: Sünnetin yazılması ilmî ve beşerî aklın mizanında; şu zamanda ve gelecekte ümmetlerin benzerini ortaya koyamadıkları bir mucizedir.
Sünnet âlimlerinin nebevi hadislerin isnad ve metinlerini incelemede cerh ve ta’dil ilmi konusundaki dikkatli çalışmalarının benzerini geçmişteki ümmetler ortaya koyamamışlardır.
Muhaddisler hadis rivayetinde, mesela Muslim’in senedi zikrederken: “Abd: ahbarana dedi ve İbn Rafi haddesena dedi…” diyerek “haddesena” ve “ahbarana” kelimeleri arasındaki ayrıma dahi dikkat etmişlerdir. Bu kelimelerden ilki, öğrencinin hocasına okumasına delalet etmektedir. Hadisi alırken ve rivayet ederken, nebevi hadisi işitmeye delalet etmek üzere kullanılan tabirler hakkında bile gösterilen bu dikkat geçmiş ümmetlerde olmadığı gibi, gelecekte de olmayacaktır.
Diğer bir delil, tarih bize bütün ümmetler içerisinde müslümanların Rasullerinin hayatını tam bir dikkat, muhabbet ve samimiyet ile hıfz ettikleri gibi, herhangi bir kimsenin doğumundan ve çocukluğundan vefatına kadar hayatını kaydetmemiştir.
Sünneti akla arz ederek şüphe atmak; haset eden kincilere bulaşan fikrî bir vebâdır ve mecnunların mezhebidir.   

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)